

İman, bir şeye samimiyetle inanmak, onu kabul etmek, ona karşı olan bağlılığını gönülden ilan etmektir. Bunu İslami çerçevede ele aldığımızda, aklımıza gelen ilk şey imanın altı şartıdır. Hz. Adem’den son peygambere kadar ‘Amentü esasları’ hep aynı kalmıştır. Bu esaslara inanan kimseye MÜSLÜMAN veya MÜ’MİN denir.
İman esaslarına inanan kişi, o esaslardan/temellerden biri olan kitapların içeriğini doğru kabul ettiğini itiraf etmiş demektir. İman şüphe kabul etmediği için, tahrif edilmemiş semavi kitaplarda bulunan herhangi bir hükmü kabüllenmede tereddüt etmek imanı yok eder. “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.” Bakara 85. Yani iman dediğimiz inanç sistemi tam teslimiyeti gerektirir.
Amel, iman edilen şeyler arasında yapılması gerekenlerin fiiliyata dönüşmesidir. Allah’ın varlığını kabul etmek imandır. O’nun emirlerini yerine getirmek, o imanın gereği olan ameldir. Bu iki unsur et-kemik gibi bir birine bağlıdırlar. Ayrılmaları halinde hayat biter. Yani amel azaldıkça iman azalır, zedelenir, belki de yok olacak duruma düşer. Kur’an-i Kerim’in bir çok ayetinde iman ve salih amelin birlikte anılması bize bu gerçeği ifade ediyor.
İman edip salih amel işleme fırsatı bulamayan insanın cennetlik olduğu hadislerle sabit ilken, fırsat bulmasına rağmen imanın gereği olan ameli bütünüyle terk eden kişi hakkında böyle bir şey söylenmemiştir. Onun için imanın gereği olan ameli yerine getirmek zorundayız.
Sözlerin en üstünü “ La ilahe İllallah “ tevhid kelimesidir. Bunu samimiyetle söylemenin kazandırdığı mükafaatı Yüce Allah’a yükselten, O’nun indinde kabul edilmesine vesile olan tek şey salih ameldir. “Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızâsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir.” Fatır 10. Onun için zikirler, güzel sözler ve nutuklar ne kadar çok ve cazip olursa olsun; bunlar Kuran ve Hadise uygun amellerle desteklenmedikçe kıymet kazanmaları mümkün değildir. Ne acıdır ki; birçok güzel hasletleri taşıyan bazı müslüman kardeşlerimiz namaz gibi farz olan ibadetleri ihmal etmeleri onların yolda kalmalarına sebebiyet verecektir. Şüphesiz beşeri ilişkilerdeki hak hukuk kurallarını namazdan ayrı düşünmek asla kabul edilir bir durum olmadığı da bilinmelidir.
Şahsiyet, kişinin iman ve amel birlikteliğiyle kazandığı erdemliliğin o şahısta oluşmasıdır. Esasında Allah’tan gelen vahyin hedefi de budur. Onun için Kur’an-i Kerim ve onun uygulaması olan sünnete göre terbiye görmüş nesiller tarih boyunca insanlara örnek olmakla kalmamış, ebedi saadetlerini de bu yolla kazanmışlardır. “ Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’ın vermiş olduğu mükafaattan razı olmuşlardır “ ayeti bunu ifade etmektedir.
Aslında bugün en çok muhtaç olduğumuz şey, yukarıda bahsettiğimiz iman amel birlikteliğinden oluşacak ŞAHSİYETTİR. Peygamber efendimizin bir çok hadisinde “ Mümin bunu yapamaz…” diye ifade buyurdukları olumsuzluklar, arzu ettiğimiz bu şahsiyeti kazanamadığımızdan kaynaklandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yalan söyleyen, insanları aldatan, onların can ve mallarına zarar veren, işçisinin hakkını tam ödemeyen, görevini hakkıyla yapmadan maaş alan bir müslümanın şahsiyeti oluşmamıştır. Kur’anın hükümlerine kafa tutan siyasilerin, peygamberin sahih sünnetini reddeden sözde bilgiçlerin şahsiyetlerinin varlığından bahsedilebilir mi? Bu olumsuz misalleri çoğaltabiliriz.
Peki erdemli bir şahsiyeti oluşturmanın yolu nedir? Hakikaten önemli olan bu sorunun cevabına göre bir nesil yetiştirmektir. Subyan mekteplerinden başlayarak bu yola girmemiz lazım. Yalanın kötülüğünü, doğruluğun önemini çocuk yaşta kavrayan ve o şekilde eğitilerek büyüyen kişinin arzu ettiğimiz bu şahsiyeti kazanmaması için hiçbir engel kalmaz. ‘Ağaç yaş iken eğilir’ ata sözü bunu ifade etmiyor mu? O nedenle öncelikle Milli Eğitimin İslamdan kaynaklanan değerlerimize dikkat ederek öğrencilerimize şahsiyet kazandırması elzemdir.
Bir önemli noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum. O da her ferdin kendi kendini eğitme gayretine girmesidir. Yani başkası ne kadar olumsuz hareket etse de; ben etmem diyebilecek bir iradeyi göstermesidir. Aleyhinde de olsa hakkı söyleyip üstün tutmasıdır. Bütün olumlu hareketleri tereddüt etmeden fiilen yaşamasıdır.
İşte arzu edilen iman,amel ve şahsiyet budur. Kur’an ve Sünnet böylesi şahsiyetlerin oluşması için RABBANİ bir reçetedir. Cahiliyeye asırların tedavisi ancak bu reçetelerin ilacıyla mümkündür.
Allah’a emanet olunuz.
CEMALEDDİN SANCAR