
Mustafa Kemal Atatürk’ün Siirt’e geliş günü bir kez tartışma konusu oldu. Siirt Üniversitesi Tarih Ana Bilim Dalı Uzmanı Yakup İskender Çeçen yazdığı makalede, 14 Eylül 1916 tarihinin yanlış olduğunu iddia etti. Atatürk’ün 1916 yılında geldiğinin tarihin doğru olduğunu ancak gün ve tarihin yanlış olduğunu belirten Çeçen kabul edilen gün ve yanlış olduğunu iddia etti.
Atatürk’ün 1916 yılında Siirt’e bir kez değilde iki kez geldiğini ifade eden Çeçen, yaptığı araştırmalarda ulaştığı belgelere göre bu ziyaretlerin 2-7 Mayıs ve 27-29 Kasım tarihleri arasında gerçekleştiği bilgisinin ortaya çıktığını belirtti. Çeçen’in makalesi şöyle;
(1916) Mustafa Kemal Atatürk’ün Belgelenmiş Siirt Ziyaretleri
(2-7 Mayıs 1916 ve 27-29 Kasım 1916)
Mustafa Kemal Paşa’nın Siirt’e gelişi üzerine yürütülen tartışmalar uzun yıllardan beri devam ediyor. Bu konudaki ilk kapsamlı girişim, 1962’de Mücadele Gazetesi’nin sahibi Cumhur Kılıççıoğlu’nun Siirt Halk Eğitimi Merkezi’nde yaptığı konuşmayla gündeme gelmişti. Kılıççıoğlu, Sadi Borak’ın “Açıklamalı Atatürk’ün Özel Mektupları” adlı eserindeki ve Mustafa Kemal Paşa’nın 6 Mayıs 1916’da Madam Corinne’ye yazdığı mektupta yer alan ifadeleri işaret ederek Paşa’nın Siirt’e teşrifine ilişkin ilk sistemli değerlendirmeyi ortaya koymuştu.
Bu girişimi takiben, 1966’da göreve başlayan Siirt Valisi Mehmet Aldan da konuyu yeniden ele almış; 30 Mart 1967’den itibaren Türk Araştırma Enstitüsü, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ve Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi gibi kurumlara yazılar göndererek Paşa’nın kentte bulunduğu tarihleri kesin olarak tespit etmeye çalışmıştı. Aldan ve Kılıççıoğlu, ayrıca dönemin tanıkları olan Melek Arslan ve Sabri Çeliktuğ gibi isimlerin hatıralarını da kayda geçirdiler. Ancak Vali Aldan’ın 1968’de Siirt’ten ayrılmasıyla çalışmalar yarım kaldı ve konu uzun süre belirsizliğini korudu.
Bugüne kadar yapılan araştırmaların büyük bölümünün birincil arşiv belgelerine değil, ikinci el kaynaklara dayanması, ortaya birbirinden farklı tarihlerin çıkmasına neden oldu. Bu tarihler arasında ilk dikkat çekenlerden biri, Paşa’nın 2-7 Mart 1916 tarihlerinde Siirt’te bulunduğu yönündeki iddiaydı.
Ancak Paşa’nın bu tarihlerde Edirne’de bulunan 2. Ordu karargâhında görev yaptığı bilindiğinden, bu iddianın tarihsel gerçeklikle örtüşmediği açıkça görülüyor. Üstelik söz konusu tarihin hangi kaynağa dayandırıldığı da belirtilmemişti. Cumhurbaşkanlığı arşivine yapılan başvuruya verilen cevapta ise Mustafa Kemal Paşa’nın Siirt ziyaretine dair herhangi bir belge bulunmadığı ifade edildi.
Tartışmalar arasında en çok dile getirilen bir diğer iddia ise 9-10 Nisan 1916 tarihleriydi. Ancak mevcut birincil kaynaklar bu iddiayı açık biçimde çürütmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın 10 Nisan’da imzaladığı harp raporu Diyarbakır’dan gönderilmiş olup, bu durum onun aynı gün Siirt’te bulunamayacağını kesin olarak ortaya koymaktadır. 16. Kolordu Kurmay Başkanı İzzettin (Çalışlar) Bey’in ayrıntılı günlükleri de Paşa’nın 9 ve 10 Nisan günlerinde Diyarbakır’da bulunduğunu göstermektedir. Çalışlar’ın 12 Nisan tarihli notunda Paşa’nın kışlalarda teftiş yaptığı, ertesi gün ise harekete geçmek için hazırlıklarını sürdürdüğü yazılıdır. Ayrıca Paşa’nın 3. Ordu Komutanlığı’na gönderdiği telgrafta 14-15 Nisan’da Silvan’da bulunacağını bildirmesi, 9-10 Nisan iddiasını tümüyle geçersiz kılmaktadır.
Siirt’te uzun yıllar resmi kabul gören tarihler ise 14-16 Eylül 1916’dır. Bu tarihler, Vali Mehmet Aldan’ın girişimleri üzerine Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı’nın 20 Ocak 1967 tarihli cevabi yazısında yer almış ve bu doğrultuda 1973’ten itibaren 14 Eylül “Siirt’in Şeref Günü” olarak kutlanmaya başlanmıştır. Ancak tarihsel veriler bu iddianın da sağlam bir temele dayanmadığını gösteriyor. Genelkurmay kroniklerine göre 13 Eylül’de Paşa’nın Bitlis’e gitme isteği askeri durum nedeniyle ertelenmiş, 14 Eylül’de 16. Kolordu’nun Silvan’a dönmesi emredilmiş, İzzettin Çalışlar’ın günlükleri ise Paşa’nın 15 Eylül’de 3. Kolordu Karargâhı’na gidip gece yarısı döndüğünü kaydetmiştir. Kolordunun 17 Eylül sabahı Genç’ten Silvan’a hareket ettiği dikkate alındığında, Paşa’nın bu tarihler arasında Siirt’te bulunmasına imkân tanıyan bir boşluk olmadığı anlaşılmaktadır.
Bütün bu belgeler ışığında Mustafa Kemal Paşa’nın Siirt’e gelişi üzerine yıllardır süregelen tartışmaların önemli bir kısmının, eksik veya hatalı bilgiye dayandığı görülmektedir. Üstelik bu tartışmalar yalnızca yerel hafızadaki aktarım farklılıklarından değil, çoğu zaman arşiv desteği zayıf olan iddiaların tekrar edilmesinden beslenmiştir. Tam da bu nedenle konu, kapsamlı arşiv taraması ve birincil kaynak analizi gerektirmektedir. Bu noktada tarafımdan kaleme alınan ve Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayıncılığında yayımlanan Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi’nin son sayısında yer alan “16. Kolordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa’nın Siirt Ziyaretleri” başlıklı makale, tartışmanın bilimsel temelde yeniden ele alınmasına katkı sunmuştur.
Bu kapsamlı inceleme, literatürde uzun yıllardır tekrar edilen 2-7 Mart ve 9-10 Nisan 1916 tarihlerini geçersiz kılmakta; aynı şekilde 14-16 Eylül 1916 iddiasının da tarihsel bir temele dayanmadığını göstermektedir. Değerlendirilen arşiv belgeleri ve birincil kaynaklar, Paşa’nın Siirt’e ilk ziyaretinin 2-7 Mayıs 1916 tarihlerinde gerçekleştiğini açık biçimde ortaya koymaktadır. Mustafa Kemal Paşa, Siirt’e ikinci ziyaretini ise 27-29 Kasım 1916’da gerçekleştirmiştir. Bu tarihlere dair resmî bir belgenin bulunmamasına rağmen, bu ikinci ziyarete ilişkin net tarihler ve olaylar Paşa’nın özel notlarında yer almıştır.
Bu notlardan hareketle ikinci ziyaret de açıklığa kavuşturulmuştur. Bu tarihlerden başka Mustafa Kemal Atatürk Siirt’i ziyaret etmemiştir.
Tüm bu veriler birlikte değerlendirildiğinde, 1973’ten bu yana 14 Eylül’de kutlanan “Siirt’in Şeref Günü”nün, tarihsel doğruluğun sağlanması adına 2 Mayıs olarak yeniden düzenlenmesi gerektiği yönündeki görüş giderek güç kazanmaktadır. Bu tür bir düzeltme yalnızca tarihsel gerçekliği yerli yerine oturtmak anlamına gelmeyecek; aynı zamanda Siirt’in toplumsal hafızasının belgeli, güvenilir ve gelecek kuşaklara aktarılabilir bir zemine kavuşmasını da sağlayacaktır.


